6 Kasım 2014 Perşembe

Naked (1993)

Mike Leight 1993 yılında “Naked” filmini yazıp yönettiğinde, yeni bir bin yılın başlamasına henüz yedi uzun yıl vardı. İki binli yılların dünyaya felaketler getireceği hatta dünyanın sonunun başlangıcı olacağını öngören bazı komplo teorisyenleri ve felaket tellalları türemiş ve bunlar televizyon ekranlarında ahkâm kesmeye, insanları yaklaşan bilinmeyene karşı endişeli bir ruh haline sokmaya başlamışlardı.
Sinema elbette bu kaotik endişeden bolca faydalandı.
Harikulade bir İngiliz Bağımsız Sinema örneği olan “Naked” zaten iyi yazılmış ve yönetilmiş olmasının yanı sıra başrol oyuncusu David Thewlis’in şaşırtıcı doğallıktaki oyunculuğu ile de Cannes’dan ve diğer önemli film festivallerinden ödüllerle dönmesini bilmiştir. David Thewlis’i film azmanları belki, “Big Lebowski (1998)” filminde Maud Lebowski’nin sinir bozucu entel arkadaşını canlandırdığı Knox Harrington karakterinden tanır. Kıkırdayıp duran çöp sanatçısı züppe; hatırladın değil mi?

Ha! Evet, işte o!
Filmden seçtiğim sahne ise Thewlis’in canlandırdığı “Johnny” ile büyük bir binanın içindeki boşluğu (?) koruduğunu iddia eden Peter Wight’ın (bana tanıdık değil… Sana?) canlandırdığı orta yaşlı güvenlik görevlisi “Brian” arasında geçen uzun felsefi diyalog.
Kalacak bir yeri olmadığı için binanın hemen girişinde, ışıktan da faydalanmak amacıyla buz gibi havada yere çöküp elindeki kitaba takılan Johnny’e, iyi niyetli ve merhametli koruma görevlisi Brian acıyor ve onu binanın içine alıyor, tek şartı ise: sigara içmemesi, aksi halde alarm çalışabilir!
Johnny zaman ve mekan hakkındaki tutucu ve pesimist mantığını, Brian’ın işinin anlamsız ve sıkıcı fıtratı (dilimize dolayandadır suç) üzerinden, dünyanın –hayır aslında uygarlığın sonunun yakın olduğu fikrine vurgu yapan bazı “gerçek!” dediği kehanetleri sıralıyor ve belki de biraz ahkam kesiyor. En azından Brian’ın bakış açısından öyle görülüyor ama onun da hak verdiği bazı noktalara parmak basmıyor değil; kabullenmesi zor fakat sıradan yaşamını bir hiç uğruna, geleceğin hiç yaşanmayacağı bir debelenmenin içinde sürdürdüğü fikri ona hayli acımasız ve biraz da kafa karıştırıcı geliyor, yeni olan her şey gibi…



İnsanoğlunun artık zamanını doldurduğu saptaması, mantık ve bilimsel tutarlılığın ağırlığı ile desteklendiği ve zihin bulandıran bu verilerin gözün pınarına tükürülüp ya da kulağının zarına üflendiğinde aslında Johnny ile aynı fikirde olmamak mümkün görünmüyor.
Müsaadenle kendimi biraz ayrı konumlandıracağım çünkü hiç kimsenin tükürmesi veya üflemesine ihtiyaç hissetmeden, ben de insanoğlu hakkında benzer fikirlere sahip olduğumu itiraf edeceğim, belki bu yüzden meseleye tarafsız bakamıyorum –hmm.
Son kelamda Johnny’nin Tanrı ile arasındaki mantıksal ilişkinin, hani neredeyse tasavvuf felsefesini andıran bir yapısı olduğunu anlıyoruz. Tanrı, evren ve insanı bir bütünün içinde görme ve o bütünün yapısı içerisinde bireyin başka insanlarla, kendisiyle ve hatta Tanrıyla olan ilişki ve alakasını bu bütünün içinde arama ve açıklama kültürü, temelinde tasavvufun özünü oluşturur. Elbette Johnny’nin Brian’ın mantığını örselerken söyledikleriyle tasavvuf felsefesinin içeriğinin birebir örtüştüğünü iddia etmek güç, zaten andırdığını söylemiştim.

Onun Brian’a anlatmaya çalıştığı şey: yaşam dengesi kurgulanırken kötülüğün ana madde olarak kullanılmış olmasının yadsınamaz gerçekliği!
Johnny’e haksızsın diyemiyorum… ama ben tarafım ve meseleye nötr yaklaşma kabiliyetim de pek yok. Sen belki “Yahu yürü git, ağzı kalabalık herifin biri işte” diyebilirsin, bilemem! Ağzı ve kafasının içi hayli kalabalık evet ama istediği zaman çok da güzel nüktedan özetler geçebiliyor Johnny…
“İnsanoğlu sadece çatlak bir yumurta ve omlet ise berbat!”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder