28 Ekim 2014 Salı

Julius Caesar (1953)

1953 tarihli yapım “Julius Caesar”da Marlon Brando “Marc Antony” karakterini hiç şüphesiz bir pardösü gibi üzerine giymiştir. Abartılı ve popülist teşbihlerden iğrenirim fakat karakteri üzerine giyme sözü bir teşbihten ziyade başarılı bir metot oyuncusu olan Brando’nun oyunculuk tekniği ve stilini birebir yansıtır.
Henüz dördüncü filmi olan “Julius Caesar”da oynadığı “Mark Antony” rolünde karakterinin hırslı ve tutkulu yapısını ayrıca sadık ve asla affı olmayan kindar doğasını büyük bir ustalıkla filmi seyredenlere yansıtır. Filmin ağdalı Shakespeareyen dil tercihine rağmen, Brando kendi sahnelerini öylesine sade bir doğallıkta oynar ki, kendi adıma üslûbun sıkıntı verecek tüm handikabını onun akıcı stili sayesinde aştığımı belirtmek isterim. 
Filmden seçtiğim bu sahnede Mark Antony: Senato binasına çıkan basamaklar üzerinde, kurnaz bir beceriyle planladığı konuşmasının içine dakikalar önce hunharca katledilen Caesar’ın cansız bedenini bir enstrüman gibi katarak, Roma halkını bu suikastı yapanlara karşı nüktedan bir dille kışkırtmaya çalışıyor.
Konuşması cinayetten hemen sonra sıcağı sıcağına aynı basamaklar üzerinde halka seslenen Brutus’ün (James Mason) izni, rızası ile gerçekleşiyor.
Brutus bu siyasî suikastı, halkın vicdanında temize çıkarmak için Caesar’ın kibirli ihtirasını cinayete haklı sebep olarak sunuyor ve diyor ki:

“Sevgisine gözyaşı, mutluluğuna sevinç, yiğitliğine saygı ve ihtirasına ölüm.”

Meydana toplanmış halk Brutus’ün gerekçelerine çoktan hak vermiş; fazla hararetli duygularında ve gelip geçici belleklerinde, suikastın vicdanen ve mantıken sorgulamasını hiçe sayıp kendilerine anlatılanları aynen doğrular bir kıvamda feveran ederken, kucağında Caesar’ın cesedi ile senatonun kapısından çıkan Mark Antony halkın üzerindeki ilk etkiyi bir anda tersine döndüren kıvılcımı çakıyor ve Brutus onun konuşmasına izin vererek oradan ayrılıyor.


Brando’nun tüm meziyeti işte burada ortaya çıkıyor, dostum. Neredeyse sadece beden dili ile tirat atıyor babamız, tamam abartıyı koyayım şu köşeye fakat haksız sayılmam, sahnesini sadece senaryoda yazılanlarla değil, vücudunun her kıvrımını kullanarak rolüne perçinliyor.
Görüyoruz ki Roma halkını Brutus’den çok daha iyi tanıyan Mark Antony önündeki kalabalığa seslenirken, öncelikle kurnaz manevralarla halkın nabzını yokluyor ve oradaki topluluğun kendisinden beklediği, öfkeli isyan naraları ile intikam yeminleri eden söylemlerin aksine Caesar’ı ihtirasa kapılmakla suçlayan Brutus’u ve keza suikastı gerçekleştiren diğer yandaşlarını “Şerefli Adamlar” diye nitelendiriyor.
Roma’ya Caesar’ın kim ve nasıl biri olduğunu örneklerle hatırlatırken, tersini söyleyen Brutus’u ise tekrar “Şerefli Adam” diye etiketliyor. Brando gittikçe hiddetlenen ve köpüren bir enerji ile Mark Antony’nin mesafeli ve dikkatli üslubunu o kadar güzel dengeliyor ki, bu sahnede yakaladığı performans oyunculuk düzleminde hakiki bir ip cambazının yukarıdaki dengesini koruyan konsantrasyonuyla birebir benzeşiyor.


Cümle içlerinde, ihtirasın karşıtlığı olarak ulaşılması zor bir tezat gibi mimlediği alçak gönüllülüğü Caesar’ın karakterinde yüceltirken, “Şerefli Adam” tanımlamasını Brutus’un şahsiyetinde her geçen dakika ters yüz ederek halkın gözünde lekelendiriyor ve diyor ki:

“…Krallık tacını üç kez sundum ona, üçünü de almadı. İhtiras mı denir buna? Ama Brutus muhteristi, diyor. Brutus'sa şerefli bir insandır hiç şüphesiz…”

Mark Antony kendisini sadece yerde yatan cansız bedenin kaba-saba dostu olarak tanımlarken ve zaten Caesar’ın vasiyetnamesini okuma bahanesi ile kürsünün üzerinden birkaç basamak aşağıya inmesine izin verilmesini halktan istediğinde, Romalılar onu artık kendi statüsünden biri olarak görmeye çoktan hazır hale geliyor. Biraz önceki gibi yüksekten değil, şimdi tam göz hizasından konuşuyor onlarla.


Bu taktiğin halkın hissiyatında ve hızla değişen psikolojisinde çok etkili olduğunu sahneyi seyrederken kolayca hissediyorsun. Mark Antony’nin stratejisinde önemli bir kırılma anı basamaklardan aşağıya inmek; çünkü onları yüzleştireceği ıstırap, sözün başladığı yerden değil gözün gördüğü halden nemalanan dürüst bir gerçek. Nitekim Caesar’ın bedenindeki yaraları ifşa ederken, Shakespeare’in yazıtındaki dudak uçuklatan tasvirlere Brando’nun sesiyle ve sert mizaçlı jestleriyle hayat vermesi insanı hemen etkiliyor ve haliyle vicdan örseliyor.
Halkı artık istediği yönde manipüle eden Mark Antony, artık saklamadığı öfkesinin imalı ve sert tonuyla Brutus ve onun işbirlikçilerini “Şerefli Adamlar” diye yaftalıyor!


Kurgudaki özen, senaryoya yedirilmiş Shakespeare’in zekâ dolu diyalogları ve Brando’nun şaşırtıcı bir motivasyonla imil imil döktürdüğü oyunculuğu ile Joseph L. Mankiewicz yönetmenliğindeki ( [1954] The Barefoot Contessa “Çıplak Ayaklı Kontes”, (1963) Kleopatra) “Julius Caesar” seyretmeni fazlasıyla hak eden bir sinema şöleni ve yorumlamaya çalıştığım bu sahneyi, kendi adıma yüceltiyorum!

Not: “Şerefli Adam” tanımı üzerindeki kinaye ne tesadüftür ki, memleketin siyasi figürlerinin şahsiyetinde ve tu kaka edilen çoğunluğa sürekli yuh çektiren melunların sızdırmaz pişkinlikleri ile olağanüstü bağdaşan çamurdan bir gölge gibi…