14 Aralık 2014 Pazar

44 Inch Chest (2009)

Yazarken genellikle beğendiğim sahneler hakkında kalem oynatmadan önce, oradaki karakter veya karakterler üzerinde biraz empati kurmaya çalışırım. Daha sonra arkadan ne geliyor bir bakar ve işte bildiğin üzere…
Başlayayım öyleyse…
Adam işinden evine döner; aklında karısı ile yiyeceği akşam yemeğinden başka fazla bir şey yoktur. Belki birkaç şey hakkında sıradan konuşmalar olacağını öngörerek (görülmesi planlanan filmler veya üç-beş politik lakırdı, dışarıda sürekli havlayan köpeğin ne gibi bir derdi olduğu üzerine gereksiz kafa yormalar ya da çocukların geleceği üzerine, dışarıda havlayan köpek üzerine yapılan zihin jimnastiğinden bir tutam daha kapsamlı bir zihin jimnastiği vb.) kendini buna hazırlamıştır.
Mutfağa girdiğinde, yemekte ne var diye sorar ve aslında bilmese de olur. Çünkü zaten ne olsa yiyecektir. İşinden evine dönen ailenin reisine, kadın tarafından hazırlanmış bir tür ödüldür o yemek ve buna riyakârlık gösterilmez. Sadece bir kurgudur yaptığı, kendisi için inşa ettiği dünyanın içinde ufak bir rol. Evli bir adamdır.
Karısının gözlerinin içine bakmaya çalışır ve gülümsüyordur bir yandan da çünkü müşfik kocadır ya; o da rolünün bir parçasıdır. Fakat kadının gözlerini bir türlü yakalayamaz; içine baktığı o gözler bakışlarını sürekli sol tarafa doğru kaçırıyordur. Çıkış yolu arayan, kapana kısılmış bir leopar gibi. Biraz sonra sırtını döner adama ve ocağın üstünde dumanı tüten lanet olası bir yemek de yoktur. İnşa ettiği tüm dünya, kafasına bir moloz yığını olarak göçmek üzeredir.
Pekâlâ…
Filmde hiç böyle olmuyor! Hayır, demek istediğim olaylar benim tasavvurumdan biraz daha farklı gelişiyor. Ha yalnız, kadının o anda sırtını döndüğü spesifik bir gerçek. O oluyor. Ben sadece empati kurabilme adına mevzunun çevresinde dikkatlice turluyorum ve bu esnada gözlerine bazı ipucu kırıntıları serpiştiriyorum. Kendini aldatılmış mı hissettin yoksa. Bir yerlere varmak üzereyiz öyleyse!
Ne klişe cümleler…
2009 yılı yapımı “44 Inch Chest” başkarakteri Colin’i (Ray Winston) böylesi dramatik ve acımasız bir aldatma olayının merkezine yerleştirip, sana şiddetli bir hesaplaşma öyküsünü vadeden bir yapım. Evli olmayan biri için empatinin pek de mümkün görünmediği bir durum ya haydi neyse, denedim en azından!
Elbette filmin fazlası ile erkek bakış açısı ile anlatıldığı bir gerçek ve yazının başındaki tasavvurum da sanki bu bakış açısını bir miktar destekler nitelikte oldu. Yahu hakikaten öyle oldu galiba, ulan kendi ayağına kurşun sıkmak buna denir işte. Neyse, aslında bana göre her iki taraf da ihanet mağduru olabilir; ne demek bana göre, tabii ki öyle olur. Aradaki fark ise büyük olasılıkla, kadının hesaplaşma için daha karmaşık ve kurnaz bir yol izleyeceğidir; direk saç-baş yolan, işi agresifliğe dökmüş kadınları ayrı tutuyorum haliyle. Benim düşüncem bu.
Nihayetinde “44 Inch Chest” karısına neredeyse tapan bir adamın ihanete uğraması üzerine tasarlanmış bir film ve seyrederken kendini cinsiyetler arası bir sidik yarışı turnuvasında hissetme gereği de yok; gerçi benim kuruntum bu, kimsenin böyle hissedip de fermuarını yavaşça aşağı indirecek bir motivasyona gireceğini sanmıyorum. Belki ben böyle hissettiğim için kendi nesnelliğimi senin üzerinden sorguluyorum. Fermuarıma hiç dokunmadım bile yanlış anlama, o sadece aklıma gelen bir teşbihin görsel materyali idi. Takılma ona…
Neden bu filmde fermuar aşağı indirilsin canım, porno mu bu!
Hepsi senin suçun! Öyle tabi…
Unut gitsin, bak ne diyeceğim; filmin yönetmeni Malcolm Venville çok fazla dış mekân kullanmadan senaryoyu başarılı bir şekilde kotarmasını bilmiş… Yaa!
(Gül biraz…)

Filmin büyük çoğunluğu kapalı bir mekânda geçiyor ve bu tercih filme tiyatrovari bir atmosfer kazandırırken, bir yandan da oyunculuğu ön plana çıkartan muhteşem diyaloglar seyrediyorsun. Tabii usta oyunculardan kurulu kadrosu yönetmenin elini güçlendiriyor. Özellikle “Old Man Peanut” rolünde usta aktör John Hurt’ü seyretmek büyük keyif…
Filmin kuru bir aile trajedisi dramı anlatmak ve o türün klişelerinin izinden gitmek gibi bir derdi yok. Sana Colin’in bu ihaneti (ihaneti diyorum çünkü o öyle düşünüyor, karısını çok seven bir adam var karşında; aralarındaki ilişkinin yürümediğini kabul etmiyor ya da bunun sebebinin karısının hiç çaba göstermemesine yoruyor; objektifliğimi sorgulayıp durma…) kendi vicdanında sindirme ve bu şoku nasıl atlatacağı üzerine odaklı bir hikâye anlatıyor. Colin’in mantığı ile öfkesi arasındaki ikilemden türeyen çatışmayı izlemek ilgi çekici. Yer yer kendisiyle halusinatif bir didişmenin içine de giriyor.
Tabii yaşanan şey bir namus meselesi ve “mahalleden” eski dostların da haliyle kirlenmiş bir namusu eskisinden daha beyaz yapana kadar çitilemek üzere Colin’in tarafına dâhil olması kaçınılmaz; öyle olunca aldatan kadın Liz (Joanne Whalley) ve aşığı (Melvil Poupaud) tarafından ödenecek bedel son derece hoşgörüsüz bir sonuca doğru evriliyor.
Zaten çok da fazla bir emek sarf etmeden, Colin’in dünyasını başına yıkan aşk çocuğunu buluyor ve kafasına geçirilmiş bir çöp poşetiyle, bir lağım sıçanı gibi aciz bir halde onun karşısına oturtuyorlar. Gördüğün sahne karşısında, bu çaresiz ahmağın bir kaçamak yüzünden damarlarında dolaşan deli kanın belki de son kez kasık dolaylarına doğru akmış olacağı kanısı zihninde oluşmaya başlıyor.
Ağır oldu bu be, ben de mi Colin’in tarafındayım yoksa. İyi tamam, objektifliğimi sorgula…
Aşağılayıcı bir üslupla kana üşüşen köpekbalıkları gibi sandalyeye oturttukları aşk çocuğunun yamacında dönüp dururken, öylesine şeffaf bir sorgulamadan geçiriyorlar ki –sorgulama da denmez aslında, her soru veya tahmine kendileri cevap veriyor- yüzün kızaracaksa hiç seyretme!
Antik bir geleneğin iffetli şövalyeleri gibi davranan bu babalar: eşcinsel Meredith (Ian McShane), annesi ile oturan Archie (Tom Wilkinson), Liz’e erotik bir hayranlık duyan Mal (Stephen Dillane) ve en sert tepkiyi koyan, merhametsiz ve sanki gizli homoseksüel Peanut (John Hurt), engizisyon mahkemesi acımasızlığında bir öfkeyle saldırıyorlar. Gecenin kör vaktinde mühim ve kendi mantıklarına göre gerekli bir infazı gerçekleştirmek için toplanmış bu beş adamın (Meredith’in ortama karşı mesafeli ve soğuk tavrı ilginç) tüm çabası sanki Colin’i meselenin hassas yapısına karşı bir tür leke sökücü deterjan rolüne hazırlamak. Onlar yalnızca kan istiyorlar. Bu leke yalnızca kanla ovarsan çıkar diyorlar.
Ben demiyorum, onlar diyor.
Bak yine…


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder